YUKARI

Röportajlar

Eklenme Tarihi: 17 Nisan 2009
ozcan_yuksek

Binbir Gece'nin Hakikatçi'si Özcan Yüksek ile sohbet

  • Biz onu ilk önce Atlas Dergisi yayın yönetmeni olarak tanıdık, sonrasında ise her bir araya geldiğimizde anlattığı hikayelerle benimsedik. Özcan Yüksek şimdi de Binbir Gece’de yolculuk eden Hakikatçi olarak, biz bahtı güzel okurlara aslında yine bizi, ta kendimizi anlatıyor.

    Özünü kaybetmeden kısaltmaya çalıştığımız ama yine de uzun bulabileceğiniz bu söyleşide biz masallara, kadına, erkeğe, aşka, yazıya ve doğaya dair o kadar çok şey bulduk ki, dileriz siz de her satırından bizim aldığımız o doygun tadı alırsınız. Ve küçük bir ipucu: Özcan Yüksek yüzyıllardır cevaplanamayan “Kadınlar ne ister?” sorusuna da cevap getiriyor söyleşimizde...

    Son kitabınız Hakikatçi Binbir Gece Masalları üzerine. Belki bir tür yeniden okuma da denilebilir. Biz de söyleşiye buradan başlayalım dedik. Sizce masallar neyi anlatır?
    Felsefenin çözmeye çalıştığı çok büyük soruların cevaplarını vermeye çalışır masallar. Felsefe ki insan düşüncesinin en üst seviyesidir. Onun vermeye çalıştığı alanları masal kendi küçük öyküleriyle anlatmaya çalışır. Cevaba en yakın anlatıyı ben Binbir Gece Masalları’nda gördüm. Bu biraz da şundan kaynaklanıyor: Masallar birkaç bin yıl geriye gidebilecek bilgiyi, hayatı süzüyorlar. O yüzden de bir filozofun düşünme kapasitesinden daha fazla kapasiteye sahipler. O nedenle çıkan sonuçları “katıksız doğru” olarak yorumluyorum. ‘Hakikatçi’ ismi bir metafor gibi dursa da aslında hakikati anlatıyor. Gerçekçi de diyebilirsiniz. Bu masal Orta Doğu’da anlatıldığı, bize Arapça kaldığı için ‘Hakikatçi’ kelimesini kullandım. Daha gizemli, masalın ruhuna daha uygun bir kelime. Ama Gerçekçi, Gerçek Anlatıcısı da denebilir. Gerçekçilikten ziyade Gerçeği Anlatan anlamına geliyor.

    Bu masallarda mutlak gerçekler var mı? Yoksa farklı farklı şeyler de okunabilir mi?
    Masalların çok fazla konusu yok aslında. Çok belirleyici konularla ilgili çok temel şeyleri seçiyor. Aslında neden yaşadığımıza dair bir şey de var içinde. Çok emin olduğum şeyler var, onları eminmiş gibi yazıyorum. Okur kendisi emin olmak zorunda değil ama en azından yazarın neden emin olduğunu bilsin diye yazıyorum. Emin olduğum halde karşı tarafın emin olmasının mümkün olmadığı anlardaysa emin olduğumu söylemeden, masal böyle diyordu dedim. Hiç emin olmadığım şeyleri de yorumladım. O yüzden aslında mutlak gerçeğe yakın bir durum var diyebilirim. Ama ürkütücü, insanları baştan bağlayıcı ve masalın ruhuna da aykırı olduğu için bunu o kadar ifade etmiyorum. Masal aslında neyi anlattığını bile söylemiyor. Özgünlüğü de ondan kaynaklanıyor. Masal hikayeyi anlatıyor. Büyük ihtimalle o zamanda anlaşılıyordu bu. Biz şimdi anlayamıyoruz.

  • Herkes istediğini çıkarabilir ama aslında masalın anlattığından az çok herkes aynı şeyi çıkarıyor. Doğrusu bu zamandan o zamanı nasıl anlayabiliriz onu hep soruyorum. Bu işte tabi biraz da masal tarihçiliğine de girmek lazım.

    İnsan içerisindeki maymunu, daha doğrusu gelişmiş hayvanı masallar fark etmiş. İnsan içerisindeki balığı, yılanı da fark etmiş. Kaç milyar yıllık evrimi de fark etmiş. Bunu keşke daha erken fark etselerdi belki antropoloji bilimi daha erken gelişecekti.

    Masalların anlattığı şeyler toplumun içinde bir yerlerde vardı zaten değil mi?
    Bizim kendi yaşamımız bir anlatma, geçmişin anlatılmasıdır. Aslında biz grameri olmadan, bedensel, ruhsal olarak bir şey anlatıyoruz. Belki masalın ruhuna uygun kelimeler değil ama genlerimiz var bir kere. Tenimizin rengi örneğin; siyahsa anlattığımız şey farklı beyazsa farklı. Bunu masal nasıl fark etmiş bilmiyorum. Bizim yaşamamız aslında geçmişin yaşaması anlamına geliyor. Geçmiş yaşarken devam eden bir şey. Anlatma bunun söze dökülmüş hali. Biz konuşmaya da belli bir tarihte başlamışız. Dolayısıyla konuşmadan önceki zamanların da bir anlatısı olduğunu düşünüyorum. Maymunun delikanlıya ya da delikanlının maymuna dönüştüğü masal var. Gene masalın ruhuna uygun olmayacak belki ama bugünkü bilim, biyoloji açısından baktığınız zaman insan içinde bir maymun olduğundan söz ediyor. İnsan içerisindeki maymunu, daha doğrusu gelişmiş hayvanı masallar fark etmiş. İnsan içerisindeki balığı, yılanı da fark etmiş. Kaç milyar yıllık evrimi de fark etmiş. Bunu keşke daha erken fark etselerdi belki antropoloji bilimi daha erken gelişecekti.

    Kitabın dili de etkileyici. Modern hayatının yeni tabirlerini, teknolojik terimleri kullanmıyor olmanız bir yazı gücü olarak ortaya çıkmış kitapta.Fotoğraf makinası, objektif, uçak gibi kelimeler yerine, ışık kutuları, akis yakalama cihazları, camgözler, uçan vasıtalar diyorsunuz...
    Evet buna özellikle çaba sarf ettim, kelimeler de öyle olsun istedim. Bu iyi de olabilirdi, kötü de. Bu şekilde çok daha zengin de olabiliyor, çok daha yoksul da olabiliyor. Masal aslında anlatılmaması, çözümlenmemesi gereken de bir şey. Masalların ruhuna sadık kalmak istedim. Ben yapmayayım da başka bir karakter olarak Hakikatçi bunu anlatsın dedim.

    O zamanlarda o masallarda öne çıkan bazı korkular varmış sanki. Örneğin, genelde sadakatsizlik üzerine masallar var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
    Bu aslında benim Binbir Gece Masalları ile ilgili farklı yorumladığım birşey. Hakikatçi’nin iddiası şudur: aldatma yoktur. Bu kitap ilk basıldığında, Şehrazat’ın bu öyküleri anlatma sebebi, Şahın eski karısının kendisini aldattığını görmesi, bütün sarayın kadınlarının erkekleri aldattığını görmesi üzerine, “Doğuda kıskanç erkekler kadınları tarafından aldatılıyor. Cinayetler işleniyor” diyerek bir oryantalizm teorisi oluşturuldu. Oysaki Binbir Gece Masalları Doğu’yu anlatmıyor. Anlattığı Doğu ve Batıdan öncesi. Kadını ve erkeği anlatıyor. Emin olduğum konulardan biri öyküde aldatma var gibi olması ama aslında olmaması. Burada hayat ve ölüm arasındaki ilişkiyi anlatıyor.

  • Ama masallarda kadın’ın aleyhine bir durum var sanki.
    Evet, kadınlardan daha çok erkekler doğaları gereği kadınların kendilerini anlatmalarından korkar. Bu bir ifrittir. İfriti Binbir Gece Masalları’nda sadece dışarıda bir şey olarak görülmez, insanın vesvesesi, endişesi, korkuları, gerçek olmayan kafasında yarattığı her şey olarak da görülür. O yüzden de daha birinci masalda ifritin kafasından bir kadın çıkar ve karşısındakini aldatır. O aslında erkeğin kafasında bir şeydir. İlişki başladığı andan itibaren o kadın erkeğin zihninde bir ifrit tarafından kaçırılır. Artık o yanında olmadığı sürece hep endişelidir. O yüzden kadını peçe içine sokar, sokağa çıkarmaz görünmez kılar. Sadece insana ait bir şey de değil. İnsansılarda da vardır, orangutanlarda, gorillerde de böyledir.

    Hayvanlarda da mı kıskançlık var?
    Evet hayvanlarda da var. Ama doğadan kaynaklanan bir şeydir, ahlaki bir şey değil. Evrimci psikolojide dimorfi diye bir kavram vardır. Seksüel dimorfi kadın ve erkeğin görünüşlerinin, niceliklerinin farklı olduğunu anlatır. İnsanlarda dimorfi çok azdır ve bütün sorun oradan kaynaklanır. Dimorfinin dişilerin “lehine” ya da erkeklerin “lehine” olmasına göre çok eşlilik olur. İnsanlarda hafif bir dimorfi var. Dimorfi ne kadar yüksekse harem o kadar fazla olur. Orangutanlar da bu oran 1/3 gorillerde 1/6’dır. Onlar da kendi bölgelerine kimseyi yaklaştırmazlar ama namus meselesinden değil, doğasından bu gelir. Bunun sebebi türün devamından kendisinin sorumlu olmasıdır.

    Bir kadın aşık olacağı erkekte hangi nitelikleri arar? Bir kadın bir erkeğe neden aşık olur? Masaldaki 3 hediye 3 niteliği gösterir...

    Peki dimorfinin aşk ile ilgisi var mı?
    Bence dimorfi aşkın da sebebi. Böyle bir dimorfi olmasaydı belki de aşk olmayacaktı. İlişkinin mümkün olabilmesi için erkeğin dişiyi asla terk etmeyeceğini kanıtlaması anlamına gelir aşk. Mesela bir masalda bir hükümdar kendi yetiştirdiği kız yeğeni başkasına gitmesin diye kendi 3 oğlundan birine vermek ister ve bunun için bir yarışma düzenlerler. Oğullarının hepsi uzak bir yerlere gidip en harika hediyenin peşine düşer. Biri uzağı gören boruyu, biri uçan halıyı, diğeri de sihirli elmayı alır. O masal şunu anlatır: Bir kadın aşık olacağı erkekte hangi nitelikleri arar? Bir kadın bir erkeğe neden aşık olur? Masaldaki 3 hediye 3 niteliği gösterir. Kadın erkeğe gelecek zamandan bakar, erkekse şimdiki zamandan bakar. Yani aralarında önemli bir zaman farkı vardır. Gelecek zamanda o erkek kadının yanında olacak mı? İşte uzağı gören boru ile erkek bunu kanıtlar. Elma, erkeğin kadına her zaman şefkat göstereceğini, ona bakacağını gösterir. Yavrulamayla alakalıdır. Uçan halı ise uzakta da olsa her an yanında olacağı, ona döneceği anlamına gelir.

  • Bunlar etkileyici ipuçları. İkinci kitapta aşkı anlatacaksınız. Üçüncü kitapta tema ne olacak?
    Üçüncü kitapta insanın olgunlaşmasını, büyümesini anlatacağım diyebilirim.

    Bu masallardaki sırrı, hakikati araştırma sevdası ne zaman, nerden çıktı?
    Tam bir tarih verebilir miyim bilmiyorum. Daha çok doğanın yok olduğunu, biz bu zamanın insanlarının geçmişe göre neyi yaşamadığımızı, geçmişte olup da şimdi neler olmadığını düşündüm. Doğanın yok olması bu zaman ait bir yok oluş, bundan 500 yıl evvel yoktu. Geçmişteki bilgileri bundan dolayı daha çok merak ettim.

    Ben zaman ilerledikçe teknolojinin ilerlediğini düşünüyorum. Teknoloji de bir evrim aslında. Bundan 3000 yıl önce uzaya gidemezlerdi, en zeki insan bile bunu yapamazdı. Şimdi de biz güneşe gidemiyoruz ama belki yüzyıl sonra gidilecek. Ancak insan zekasının ve yaratıcılığının zamanla geliştiğini, o zamanlardaki insanlarla şimdi insanlar arasında zeka olarak bir fark olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla bende geçmiş öğretileri okumak arzusu oluştu. Bunlardan en önemlisi, bugün olmayan şey, masallardı. Masallara o gözle baktım ve bugünü açıklayan şeyleri orada gördüm.

    Peki, bu araştırma Binbir Gece Masalları özellinde mi kalacak? Yoksa başka masallara da bakacak mısınız?
    Bütün masallarda benzer şeyler var. Ama Binbir Gece Masalları en kuvvetli, en iyi masallar. O nedenle Binbir Gece Masalları’na daha çok ağırlık vereceğim. Şu anda diğer masallara ilişkin bir çalışma yapmayı düşünmüyorum, ama onları daha az değerli de görmüyorum. Ama Binbir Gece Masalları hem sanatsal ve estetik olarak hem de içeriğinden dolayı insanlık kültürünün en önemli eserlerinden biri.

    Binbir Gece Masalları’nı kovalarken güzergah, yol haritası neye göre, nasıl belirlendi?
    Masalları şöyle anlatmak istemedim: Masal budur, özeti; yorumu budur… Masallar da böyle anlatmaz zaten. “İyilik budur”, “böyle yaparsanız iyiliktir, böyle yaparsanız kötülüktür” demez. Bu otoriter bir şeydir zaten ve insanın doğasında otorite güzel bir şey değildir. Ben de o yüzden bunu nasıl anlatayım diye düşündüğümde dolaşayım, orada anlatayım dedim. Masallar da aslında bir yolculuk yapmış gelmiştir, bir yerlerden geçmiş, bir şeyler eklenmiştir. Masalların içinde de zaten bir sürü yer ismi geçer. O yüzden de böyle dolaşarak anlatmaya çalıştım. Bu bir yöntem oldu. Başka da bir yöntemi de çok iyi bilmiyorum.

  • Kitabın önsözünde “beni güzelliği ile büyülemeyen hiçbir bilginin peşinde koşmadım” diyorsunuz. Nasıl bir “güzellik” tanımınız var bilgiye dair?
    Aslında beni çok etkileyen, yirmi yaşında bile fark ettiğim bir şeydir o. Örneğin şu tür bilgiden etkilenmem: Bu araba nasıl çalışır? Uçaklar nasıl gider? Hiçbir zaman merak etmedim. Bu da bir bilgi ama beni büyülemedi. Bilginin beni heyecanlandırması gerekiyor. Aslında heyecanın kendisi belli. Masallar hep heyecan üzerine anlatılıyor. Bu yaşamayla ilgili bir şey. Heyecan yaşamın sebebi ve ölüm olmadığı zaman heyecan olmayacak. Masal bunu anlatıyor. Çok yaşamsal, ölümcül bir şey olması lazım. Yaşamamın amacı olması lazım o bilgi.

    Peki Özcan Yüksek olarak siz nasıl oluştunuz? Nerede doğdunuz? Nereden geldiniz buralara?
    Doğduğum yerle bir bağlantı kurabilir miyim bilmiyorum. Rize’nin Pazar ilçesinin bir köyünde doğdum. Burada, İstanbul’da büyüdüm. Doğduğum yere annem babam askerdeyken gitmiş. Babam gazete dağıtım işi yapıyordu. 5 kardeşin en büyüğü benim.

    Hukuk okumuşsunuz. Hukuk okumanın size bir faydası oldu mu?
    Olmuştur. Yani somut olarak hukukla ilgili bilgilerden ziyade şöyle bir faydası oldu: Hukuk bir konuyu tarihselliği, bütünselliği içerisinde veren bir disiplindir. O yüzden hukuk dışında bir konuyu ele aldığım zaman, o konuya nasıl bakmam gerektiği, ne tarafını bilmem gerektiği hakkında bir formasyon sağlar. Ama ben bölüme asla hukukçu olacağım diye girmedim.

    Atlas’a gelene kadar neler oldu hayatınızda?
    Atlas bir tesadüftü. Ben öğrenciyken gazetecilik yapmaya başladım ama gazeteci olmayı düşünmedim. Dış haberler servislerinde çalıştım, Hürriyete girdim. Sonra beni kadroya aldılar. Hürriyet’teyken bir ara Güneş Gazetesi’ne transfer oldum. Sonra Hürriyet’te Pazar eki çıkarmak üzere geri döndüm. Daha sonra haftalık bir haber dergisi istediler benden. Ama çıkmadı o dergi. Bunun üzerine benden turizm dergisi yapmamı istediler. Ben de turizm dergisi diye böyle bir dergi yaptım. Aslında başta turizm dergisi, seyahat dergisi gibiydi. Ama ilk sayısında bile tam bir turizm dergisi gibi olmadı. Başlayalı 17 yıl oldu. Gittikçe de daha çok öğrendik, daha iyi oldu bence.

  • Bizim de gördüğümüz kadarıyla Atlas’ta bir dönüşüm oldu. Seyahatten çok doğa koruma, kültür gibi alanlara ağırlık vermeye başladı. Farklı bir misyon edindi sanki.
    Evet, biz de daha fazla öğrendikçe onu dergiye yansıttık. Bugün dergi içerik olarak çok dolu.

    Atlas’ın anlattığı sadece gezmek, görmek değil yani...
    Öylesi çok kolay olurdu. Gidersin gezersin, ama en zor şey orayı anlatmaktır. Onun için birçok kitap okumak lazım bir kere. Sadece turistik şeyleri yazsak kolay. Örneğin İstanbul. “Sultanahmet var, Dolmabahçe var” da denebilir ama bir de İstanbul’un tarihi var, Gaziosmanpaşa’sı var, Boğazı var… Bir sürü şeyi var ve bunlar çok daha fazla okuma gerektiriyor. Bir yeri dolaşması bir hafta, 15 gün sürse bile, onunla ilgili okuması, araştırması çok daha uzun sürüyor. Bizim en büyük sorunumuz bu. Bir de yılda bir adet çıkan Arkeo Atlas, İstanbul, Yeşil Atlas gibi ayrı dergiler var. Onlarda yerli, yabancı, konusunun uzmanları yazıyor.

    Doğa Turizm ile “Binbir Gece Masallarına Yolculuk” yapıyorsunuz. Nasıl bir şey oluyor bu?
    Hakikatçi kitabının sonunda hayali - gerçek bir harita var. Aslında her gerçek biraz hayal, her hayal biraz gerçektir düşüncesiyle, Binbir Gece Masalları’nın anlatıldığı, bulunduğu, masallarda geçen yerleri bir coğrafya gibi gördük. Ben zaten oraları dolaşmıştım. İnsanlar zihinsel olarak dolaşırken fiziksel olarak da dolaşsın, daha ayakları yere bassın dedim. Doğa Derneği’nin bir turizm örgütlenmesi var; onlarla yapıyoruz. Bu fikir geçen yıl bulundu ancak bu yılın Mart ayına denk gelebildi. Şimdi Mısır’da, benim gittiğim yerlerin çoğunu dolaşacağız. Ben Binbir Gece Masalları ile ilgili yerleri doğrudan anlatacağım. Aslında daha çok masal anlatacağım. Her seferinde yeni şeyler anlatıyorum, o yüzden de bıkmıyorum. Anlatırken, dinlerken yeni şeyler aklımda kalırsa onları bir sonra yazacağım şeyde değerlendiririm diye düşünüyorum. Anlatırken ben de yeni şeyler fark edeceğim diye düşünüyorum. O yüzden de istedim böyle bir şeyi. Bir yıl içerisinde bir dizi ülke diye bir düşüncemiz var. Bunların hepsi gittiğim yerler, ama gidemediğim yerler de olacak.

    Hala gidemediğiniz yerler var mı gerçekten?
    Var, mesela Tibet. Gitmenin hukuki prosedürünü aşamadığımız yerler var. Bu gezilerde birlikte gidebilirsek, onlarla birlikte çözümlemiş olacağım. Kafamda çözümlediğim şeyi orada daha genişletmiş olacağım. Gittiğim yerlerin gitmediğim bölümlerine de o insanlarla gideceğim.

  • Özellikle çok etkilendiğiniz yerler var mı?
    Çok var, Sri Lanka, Mısır…

    Gezmek yazmak anlatmak dışında neler var hayatta?
    Çok fazla bir şey yok galiba.

    Asıl doğanın yok olma sebebi, insanlar arasındaki iyiliğe dayalı ilişkilerin kaybolmasıdır. Yani kötü hırs. Doğanın yok olması da iyilerin sayısının, iyiliğin öneminin topluma egemen olanlar arasında azalmasından kaynaklanıyor.

    Doğayla ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
    Ben doğanın yok olmasının sebebini insanlar arasındaki ilişkilerde görüyorum. Diğer şeyler bir sonuçtur. Örneğin havayı, suyu kirleten, nehri yok eden endüstri sonuçtur. Asıl doğanın yok olma sebebi, insanlar arasındaki iyiliğe dayalı ilişkilerin kaybolmasıdır. Yani kötü hırs. Doğanın yok olması da iyilerin sayısının, iyiliğin öneminin topluma egemen olanlar arasında azalmasından kaynaklanıyor. Ama kendisi de doğanın bir parçası olduğu için doğa yok olunca insanlar mutsuz olarak yaşar. Şimdiki zamanda en büyük endüstrilerden biri eğlence sektörüdür. Çünkü tarihte ilk kez insanlar sıkılıyor, ve insanları eğlendirmek en büyük pazarı yaratıyor. Sinemalar, müzik, konser, oyunlar, TV… Bittiği an gene sıkılmaya başlıyoruz. İnsanlar arasında ilişki olmadığı için gerçek bir mutluluk vermiyor hiçbir zaman. İnsanlar arasındaki negatif hırsın ortadan kalkması aynı zamanda doğanın devamını da sağlar. Doğa herkesin ortak şeyi. Her fikri tartışabiliriz, ama neticede herkes doğduğunda doğal olarak doğuyor, öldüğünde doğal olarak ölüyor. O arada insan kendinin kültürel bir unsur olduğunu zannedebilir ama doğanın içindeyiz aslında.

    Ben doğayı o kadar teknik olarak bilen bir insan değilim, şehirde yaşıyorum. O kadar kopmuşuz ki doğayı uzmanlar biliyor. Ama teorik olarak doğanın kendisi olduğumu biliyorum. Dağa gittiğim zaman, ırmakta yürüdüğüm zaman… Ama uçan kuşu bilmiyorum, arkadaşlarım biliyor. O artık ayrı bir bilgi kaynağı oldu. Doğada canlılarını fazla bilmeyen biri olarak dolaşabiliyorum. Bilmesem bile bilen bir insan kadar doğayı seviyorum. Zaten herkes seviyordur diye düşünüyorum.

    Belki zaman zaman hatırlamamız gerekiyor...
    Evet doğayı sevmeyen insan, aşırı negatif hırslı insan zaten başka şeyi de sevmiyordur.

  • Yakın zamanda imzalanan Kyoto Protokolü hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce ne getirecek? Bir şey fark edecek mi?
    Hayırlı olsun iyi bir şey. Çok ayrıntısı bilmiyorum ama ben Kyoto Sözleşmesi bir şeyi kurtaracak diye bakmıyorum. Bir işe yaramasa bile bu “ben bu konuyu önemsiyorum, hassasiyet gösteriyorum” demek. Çünkü bu konuda imza bir çeşit karşılıklı ilişki anlamına geliyor. Evet bunu imzalayanlar böyle bir duygu ile imzalamış olabilir. Artık bizim de imzalamamız gerek düşüncesiyle, ya da belki çıkarı için imzalamış olabilir. Bilemiyorum. Ama hiç olmazsa ben de dünyanın yok olmasını istemiyorum anlamına geliyor. Bu bile önemlidir. Yoksa çok da samimi bulmuyorum. Irmakların bile satılıyor bugün. Artık bir şey diyemiyorum. Dağdan akan ırmağın paraya dönüşmesi inanılmaz.

    Oranın sahibi devlet değil, ne hukuki ne ahlaki öyle bir hakkı da yok. Biz de devletin sahip olduğu topraklarda yaşayan köleler değiliz. Şu ya da bu hükümete oy veren insanlar onlara her şeyi yapabilirsin, her şeyi satabilirsin hakkını da vermiyor. Irmakları satma hakkı istiyorsa referandum yapsın kazanırsa hiçbir şey diyemem. Ama kazanamaz. Referandum yapılsa asıl fatih doğa olur.

    Son klasik sorumuz, cevreciyiz.com'u nasıl buluyorsunuz?
    Misyon olarak önemli bir şey. Çevreciyiz’in başarması gereken şey, bütün diğer geniş kitlelere yayılan medyanın sayfalarını da bu hale dönüştürmek. TV’de mesela alttan çevre haberleri geçse ona da baksa insanlar. İyi haber varsa mutlu olsalar, kötüyse mutsuz olsalar. Mutsuz olmak o kadar kötü bir şey değil. Krizler insanların bir şey başarma yaratma dürtüsünü tetikler.

    Teşekkürler Özcan Yüksek. Yeni hakikatleri heyecanla bekliyoruz. Binbir Gece’nin coğrafyasında dolaşırken yolun ve yüreğin hep açık olsun...

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu