YUKARI

Sürdürülebilir Yaşam

Yazar: Güneşin Aydemir, Burcu Meltem Arık | Eklenme Tarihi: 02 Mayıs 2007

Yaşamak için; temiz tüketim

  • Gezegenin kendini yeniden onarabilmesi için gerekli olan doğal sistemlerin üretebileceğinden yüzde 30 daha fazlasını tüketiyoruz.

    "EKOLOJİK ayak izi" kavramını ilk ortaya atan William Rees, dokuz yaşındayken yorucu bir çalışma sonrası, anneannesiyle yediği öğle yemeğini şöyle anlatıyor:

    "Tabağıma yemek konduğu zaman gördüğüm taze havuçlar, küçük patatesler, marullar ve daha bir çok sebzeydi. Dikkatimi çeken; büyürken elim değmemiş bir tek sebze bile yoktu tabakta!"

    Peki, şu anda dünya üzerinde yaşayan insanların ne kadarı kendi elleriyle ekip büyüttüğü ürünleri kullanıyor? Biz en son ne zaman büyümesini takip ettiğimiz ürünlerle beslendik?

    Yeryüzünün bugünkü durumu bizi özellikle bilinçli tüketim konusunda yoğunlaşmaya zorluyor. Oysa daha annelerimizin kuşağında çevre bilincinin olmaması diye bir durum söz konusu değildi; çevre koruma diye bir iş kolu da yoktu. Nüfus daha azdı. Herkese ürettiği kadarı yetiyordu, dolayısıyla da ürünlerin diğer ülkelere gönderilmesi söz konusu değildi. Kirliliğe yol açan maddeler henüz keşfedilmemişti, yiyeceklerimize pestisitler, evlerimize betonlar bulaşmamıştı, türler bu kadar hızla yok olmuyordu. Oysa bizi şimdi zor bir görev bekliyor, çünkü acelemiz var; dünya alarmda.

    Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (World Wildlife Foundation-WWF) 2000 Nisan’ında hazırladığı "Avrupa’nın Ekolojik Ayak İzi" isimli raporda verilen rakamlar insanın yeryüzünde bıraktığı ayak izlerinin aynası adeta:

    • İnsan, gezegenin kendini yeniden onarabilmesi için gerekli olan doğal sistemlerin üretebileceğinden yüzde 30 daha fazlasını tüketiyor. (Ekolojik Ayak İzi Analizi, M. Wackernagel ark. 2000)
    • Doğal zenginliğin yüzde 30’u son 30 yıl içinde kayboldu. (WWF Yaşayan Gezegen Raporu, 1999)
    • Çevresel arazi analizlerine göre, sürdürülebilir bir seviyeye ulaşabilmek için malzeme, enerji, su ve alan kullanımının küresel ekonomiye girdisinin yüzde 50-60 arasında düşürülmesi gerekiyor.
    (Wuppertal Enstitüsü, 1995)
    • Ekosistemlerin iklim değişikliği koşullarına adapte olabilmelerini sağlamak için küresel karbondioksit emisyonlarının yüzde 50 oranında azaltılması gerekiyor. (IPCC, 1995)
    • İnsan sağlığına çeşitli zararlar verdiği kesin olarak kanıtlanmış kalıcı organik kirleticilerin üretimi, dağıtımı, transferi ve kullanımına kademeli olarak son verilmesi gerekiyor. Yaşamın sürdürülebilirliği için insanların, yaşam koşullarını yerkürenin taşıma kapasitesi içinde geliştirmesi gerekiyor. "Ekolojik ayak izleri" kavramı da temelini "yerkürenin taşıma kapasitesi" kavramından alıyor. Taşıma kapasitesi, ekosistemlerin dengede kalmalarına izin verecek maksimum birey sayısını belirliyor. "Ekolojik ayak izleri" de belirli bir nüfusun doğaya olan yükünü ölçmek için oluşturulan bir hesaplama ve bu hesap, kaynak tüketimi ve atıklar için gereken doğal alanı belirtiyor. Örneğin belirli bir nüfus için gerekli olan tüm enerji ve madde giriş çıkışını hesaplıyor ve bu akışın sağlanması için alan/su oranının ne kadar olması gerektiğini ortaya çıkarıyor.

  • Doğadaki ayak izinin hesaplanması "seçtiğimiz yaşam biçimini devam ettirebilmemiz için ne kadar alan gerekiyor", "herkes bu şekilde yaşasaydı dünyamız neye benzerdi", "hem kendi ihtiyaçlarımızı karşılayıp hem de dünyamızı nasıl koruruz?" sorularını cevaplamamızı sağlıyor.

    Dünyanın kaynaklarını hızla tüketirken bunu "ekonomik kalkınma" adı altında kaynaklara gerektiğinden fazla yüklendikçe ekonomik kalkınmanın yok edici ve fakirleştirici olduğunu gözden kaçırıyoruz.

    “Ekolojik ayak izi” kavramı ise bunun farkına varmamızı sağlıyor ve insanın doğaya olan bağlılığını, yerkürenin kapasitesini, bugün olduğu kadar gelecek nesiller için de emniyete almaya yönelik olarak yapmamız gerekenleri anlatmak adına kullanılıyor.

    Bizler şehirler ve doğa ile aramıza ciddi bir duvar koyuyoruz. Yaşanan iklim değişikliklerinden, toprak ve sudaki kirliliğe ve doğal afetlere kadar pek çok olayla, doğa bizi, birbirimizle ve tüm çevreyle olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemiz konusunda uyarıyor. Bu uyarıyı dikkate alarak, artık giderek yabancılaştığımız ve sanki bizden, yaşadığımız yer olan şehirlerden oldukça uzakta görmeye başladığımız "doğa"nın, aslında ne denli yakınımızda, evimizin içinde, bizzat kendimizde olduğunu görmemiz gerekiyor.

    Bugün birçoğumuz banka makinelerinden çektiğimiz parayla (şimdilerde bu da kalktı çünkü artık her derde deva kredi kartlarımız var) büyük bir süper markete giderek bol poşetli, hijyenik alışverişimizi yapıyor ve atıklarımızı ya çöplüklerde biriktiriyor ya da tuvalete boşaltıyoruz. Büyük şehirler doğal döngüyü kırmış ve doğayla herhangi bir ilişkimiz yokmuş gibi davranma alışkanlığının içimizde yer etmesine neden oluyor.

    Oysa biz sadece doğaya bağlı değiliz, biz doğanın ta kendisiyiz, parçasıyız. Yedikçe, içtikçe ve nefes aldıkça enerji ve madde alışverişi yapmaya sürekli olarak devam ediyoruz.

    Doğa bize yaşamımız için gerekli olan tüm kaynakları veriyor. Isınmak ve hareket etmek için kullandıklarımız doğadan geliyor, barınmak, beslenmek için kullandıklarımız da! Doğanın nimetleri iklimsel kararlılık ya da güneşin zararlı ışınlarından koruma gibi, yaşamsal öneme sahip hizmetleri de içeriyor.

    "Ekolojik ayak izi", ekolojik bozulma ya da kaynakların adaletsiz kullanılmasını açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda bunların bireysel ya da kurumsal olarak bizlerin aldığı kararlarla ilişkisini de açıklıyor. İnsan yerleşimleri bugün yaşamını devam ettirebilmek ve büyüyebilmek için artık kendi bölgesinin kaynaklarını kullanmakla yetinmeyip küresel kaynaklara ulaşmış durumda.

    Güneşin Aydemir, Burcu Meltem Arık
    www.bugday.org

    Kaynaklar
    Caring for the Earth, IUCN, WWF, UNEP (1991)
    Education for Sustainability, WWF, FSC
    The British Council (1999)
    Our Ecological Footprint, Reducing Human
    Impact on the Earth, Mathis Wackernagel
    William Rees (1996)
    http://www.rprogress.org

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu