YUKARI

Haberler

Eklenme Tarihi: 08 Eylül 2007

Yeni savaşlar geleceğin petrolü sudan mı çıkar?

  • Bugün 1.5 milyar dünyalı temiz içme suyundan yoksun. Su hayatın kaynağı ama ona erişmek için önce paraya sahip olmak gerekiyor. Somut olarak 'susuzluk'la tanışan Türkiye de en pahalı doğal kaynak yüzünden köşeye sıkıştı.     

    08/09/2007 Radikal
     
    Bugün 1.5 milyar dünyalı temiz içme suyundan yoksun. Su hayatın kaynağı ama ona erişmek için önce paraya sahip olmak gerekiyor. Somut olarak 'susuzluk'la tanışan Türkiye de en pahalı doğal kaynak yüzünden köşeye sıkıştı. Çözüm olarak ortaya atılan suyun özelleştirilmesi, sıkıntıyı gerçekten giderebilir mi? Meseleye kafa yoran yerli ve yabancı uzmanlara fikirlerini sorduk


    VİLDAN AY (E-mektup | Arşivi)

    Milyonlar yeni çağın petrolü için ölüyor
    Dünyanın yüzde 97'si suyla kaplı. Ancak bu miktarın büyük çoğunluğu kirli ve tuzlu olduğu için sadece yüzde 2.8'i kullanılabilir durumda.
    Bu kısıtlı temiz suyun da yüzde 2'lik kısmı kutuplarda, 16 kilometre kalınlığında buz kütleleri halinde... Yani dörtte üçü sularla kaplı olan Dünya gezegeninde kullanılabilir su, ancak yüzde 0.8'lik oranda.
    20. yüzyılda dünya nüfusu geçmişe oranla üç kat, su kullanımı ise yedi kat arttı. Bu artışın nedeni, sosyoekonomik kalkınmaya bağlı yaşam tarzındaki değişiklikler. Sanayileşme, su kullanımını tüm insanlık tarihi boyunca daha önce hiç görülmemiş bir seviyeye çıkardı. Bu artışla birlikte su kullanımındaki alışkanlıklar, olması gerekenin aksine bir şekilde, verimli yönde gelişmedi.
    Su, canlı yaşamı için en temel ihtiyaçlardan biri. Ancak su kaynaklarının artan nüfusla birlikte tükenmeye başlaması ve temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, 'su yoksulluğu' olarak tarif edilen bir olguyu ortaya çıkardı. Öte yandan neoliberal politikaların bir yansıması olarak su, bir 'meta' olarak görülmeye başlandı. Yani artık satılabilir bir mal haline geldi.
    Öyle ki uluslararası arenada su meselesi, enerjinin paylaşımı kadar önemli bir soruna dönüştü. Suyu metalaştıran yaklaşım sonucunda da yepyeni bir kavramla tanıştık: 'Suyun özelleştirilmesi'.

    'Yap-işlet-devret' modeli
    Türkiye'de de susuzluk ve kuraklık tehlikesini yanı başında hisseden siyasiler şimdi soruna bir çözüm bulma yarışında. Önerilen çözümlerden biri de özelleştirme... Hükümet yetkilileri, bu su sıkıntısı sürecinde suyun özelleşebileceğinin sinyallerini vermeye başladı.
    Geçtiğimiz ayın popüler tartışma konularından biri, yetkililer tarafından nehirlerin özelleştirileceğine dair yapılan çeşitli açıklamalardı. Enerji Bakanlığı'nın mücadelede seçtiği yöntemlerden biri buydu.
    Hükümetin planı, kapıya dayanan su krizini çözmek için akarsu ve göletleri 'yap-işlet-devret' modeliyle özel sektöre açmak... Burada bahsedilen özelleştirme tipi, 'kamu-özel sektör ortaklığı' diye adlandırılan kısmi özelleştirme. Yani suyun kamusal mülkiyeti saklı kalmak koşuluyla hizmetin sağlanması ve dağıtılmasında özel sektörün rol alması önerilmekte.
    Özelleştirmeyi savunanlara göre, su hizmetinin yaygınlaştırılması için hükümetlerin gerekli sermayeleri yetersiz kalıyor ve bu boşluğun şirketler tarafından doldurulması gerek.
    Yani diğer kamu alanlarında olduğu gibi devlet, hantal yapılanma, kaynaksızlık ve yolsuzluk gibi nedenlerle su işini becerememekte...
    İşte bu noktada şu soru akla geliyor: Özelleştirme, kalite ve verimlilik açısından su dağıtımında yarar sağlar mı?

    İştah açan bir pasta
    Bugün dünya nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 5'inin kullandığı suyun yönetimi, ulusötesi şirketler tarafından yapılmakta. Bu şirketlerin yıllık gelirleriyse, şimdiden dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumda. Dikkat edilmesi gereken nokta, suyun satışından elde edilen bu devasa gelirin dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5'inden elde ediliyor olması.
    İşte bu durum, su özelleştirmesini, iştah kabartan bir pasta haline getiriyor.
    Zaten kısıtlı olan su kaynaklarının yönetilmesinin özel şirketlerin eline bırakılması, politik aktivistler ve akademisyenler tarafından şüpheyle yaklaşılan bir konu.
    Konu hakkında çalışan birçok uzmana göre, su hizmetlerinden elde edilecek gelirin kamu finansman mekanizması içinde kalması, böylece hizmetin sürekliliği ve genişletilmesi için kullanılabilir kılınması çok önemli.
    Bunun için de su hizmetlerinin, özel şirketler değil, kamu kurum ve kuruluşları tarafından görülmesi gerekiyor.
    Özel su sektörünün yüzde 45'i çokuluslu iki şirketin elinde bulunuyor. 100 ülkede etkinlik gösteren Vivendi-Generale Des Faux ile 130 ülkede etkinlik gösteren Suez-Lyonnaisse Des Faus.
    Bu haber hazırlanırken, konu hakkında her iki şirketin de görüşlerine başvurduk, ancak olumlu veya olumsuz, hiçbir yanıt alamadık.

    2009'da İstanbul'da toplanılıyor
    Dünya Su Konseyi, uluslararası bir kuruluş... Her üç yılda bir, su meselesindeki sorunları çözmek üzere Dünya Su Forumu'nu topluyor.
    En son 2006'da Meksika'da düzenlenen forum, halkın protestolarıyla karşılaştı. Çünkü suyun en verimli kullanımının özel sektör tarafından yönetilebileceği sonucu öne çıkarken, dünya su şirketlerinin talepleri doğrultusunda özelleştirme de sorunun çözümünde tek reçete olarak ortaya koyuluyordu.
    Dünya Su Forumu, 2009 yılında İstanbul'da toplanacak. Bir araya gelecek kişi, kuruluş ve örgütler, işte bu reçetenin uygulanma alanlarını tartışacaklar.
    Kimilerine göre mekân seçimi ve şu an gündemde olan özelleştirme tartışmaları bir tesadüf değil.
    Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Su Komisyonu, Dünya Su Forumu çerçevesinde kurulan yapılardan biri. Komisyonun hazırladığı bir rapora göre, nüfus artışına bağlı gıda gereksiniminin karşılanabilmesi için günümüzde kullanılan su miktarının yüzde 17 oranında artması gerekiyor.
    Bunun için de mevcut yıllık yatırım, 70-80 milyar dolardan en az 180 milyar dolara çıkarılmalı.
    Komisyon, bu ölçüdeki bir yatırımın ancak çokuluslu şirketler tarafından yapılabileceğini, ayrıca suyun devlet eliyle yönetilmesinin ve ucuz fiyata satılmasının israfa neden olduğunu vurgulayarak, özelleştirmenin faydalı olacağını duyurmuştu.
    Dünya Su Konseyi'nin faaliyetleri, su kaynaklarının korunması için dünya çapında mücadele eden birçok örgütü tatmin etmiyor. Konsey Başkanı Loic Fauchon, aynı zamanda su alanında faaliyet gösteren Groupe des Eaux de Marseille adlı şirketin başkanı olması nedeniyle eleştiriliyor. Çünkü bu şirket, dünyanın pek çok yerinde su dağıtımı ve arıtımı işlerini yürütüyor. Yani su hakkında karar alan bir konseyin başkanı su üzerinden para kazanıyor.
    Haberimizin hazırlık aşamasında Dünya Su Konseyi ve Loic Fauchon'dan da konu hakkında görüşlerini belirtmelerini istedik ancak bu talebimize herhangi bir yanıt alamadık.

    Satın almaya alıştık bile...
    Suyun satılık bir mal olması artık dünyanın birçok yerinde kabul edilebilir bir durum. Türkiye'de yıllardır içme suyunun damacanalarda satılıyor olması, çok kişi için üzerine düşünmeye değecek bir öneme bile sahip değil. Ancak gelişmişliğin ve medeniyetin kaynağı kabul edilen suyun maddi bir karşılığı olması hayatı sandığımızdan daha fazla etkileyecek olabilir.
    Hindistan'ın Yeni Delhi kenti, su özelleştirmesi kavramıyla 2000'li yılların başında tanıştı. Özelleştirmenin ardından kentte su tarifesi 78 kat arttı. Öyle ki, su faturalarında yazan rakamlar, nüfusun büyük bir bölümünün aylık gelirinin üçte birine denk gelir oldu.
    Böyle bir durumda geriye yapılacak iki şey kalıyor: Ya daha düşük bir bedel ödeyebilmek için eskiye oranla çok daha az su kullanmak ya da diğer yaşamsal harcamalarda bir kısıntıya gitmek... Yani ya kişisel hijyenden taviz verip hastalıklara davetiye çıkarmak ya da daha fakir bir yaşama razı olmak!

    Su kıtlığına karşı
    Gelelim Türkiye'ye...
    Bir ülkede su kaynaklarının yeterli olup olmadığı yıllık yenilenebilir tatlı su miktarına bakılarak anlaşılıyor. Bu miktar, 1000 metreküpün altındaysa, o ülkenin su kıtlığı çektiği kabul ediliyor.
    Buna göre, Türkiye su kıtlığı çeken bir ülke değil. Ancak su kaynaklarının yönetimi ve planlanmasına dair yaşanan sorunlar, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin plansız seyri, yenilenebilir su miktarında olumsuz değişimlere yol açmış durumda.
    Türkiye'de yıllık yenilenebilir tatlı su miktarı 1995 yılında 8 bin 500 metreküpken 2000 yılında 3 bin 250 metreküpe kadar geriledi. 2025 yılında da bu değerin 2 bin 186 metreküpe kadar ineceği tahmin edilmekte.
    Gelecekte büyük sorunlar doğuracak su kıtlığının önüne geçilebilmesi için, acil olarak dünya çapında su kaynaklarının kullanımında daha olumlu sonuçlar verecek alternatif çözümler bulunması gerekiyor. Aksi takdirde, karmaşa dolu bir geleceğe de hazırlıklı olmalıyız.

    Ne kadar su lazım?
    1 otomobil üretimi için 300-400 ton
    1 ton çelik üretimi için 240 ton
    1 varil (yaklaşık 200 lt) ham petrolün rafine edilmesi için 7 ton,
    1 kg kumaş (baskılı boyalı) üretimi için 200 litre

    Ne kadar su harcıyoruz?
    Banyo yaparken (asgari) 50-60 litre
    Üç dakika musluk açık bir şekilde diş fırçalarken 4 -5 litre
    Tuvalet için (asgari) 25 litre
    Bulaşık ve çamaşır makinesi (1 yıkamada) 100 - 120 litre


    'Herkesin eşit erişim hakkı olmalı'
    Rosario Lembo, 1998'den beri su meselesi konusunda çalışmalar yürüten uluslararası bir komite olan Dünya Su Akti'nin İtalya ayağında genel sekreter.
    Biz suyun yeni petrol olacağı fikrine katılmıyoruz. Öyle olsaydı suyun kontrolü yönünde savaşlar ve çatışmalar artmış olurdu. Dünya Su Akti'nin İtalyan Komitesi olarak suyun tüm insanlığa ait ortak bir doğal kaynak olduğuna, geleceğe aktarılması gereken bir miras olduğuna inanıyoruz. Uluslararası kamuoyunun da temiz suya erişimin en temel insan haklarından biri olduğuna ve herkesin eşit erişim hakkı bulunması gerektiğine inanması gerekir.
    Özelleştirme, su kaynaklarının uluslararası ticari anlaşmalar tarafından istifade edilen ve uluslararası finans kurumları tarafından (Dünya Bankası, IMF vs.) desteklenen yönetim şekli ve sonuçları da olumlu olmayacak. Su kaynaklarının özelleştirilmesinin, su israfını önleyeceği kesinlikle yalan. Bu şirketlerin kâr etmesi için suya talep olmalıdır. Su ne kadar israf edilirse o kadar azalır, ne kadar azalırsa talep, dolayısıyla kâr o kadar artar.
    World Assembly of Elected and Citizens for Water'a (AMECE-www.amece.net-Dünya Seçilmişler ve Vatandaşlar Su Meclisi) üye olan 650 aktivist (parlamenterler, valiler, belediyeciler, şirketler, ticari birlikler, vatandaşlar...) 18-20 Mart tarihlerinde Avrupa Parlamentosu'nda söz aldılar ve yaşadığımız su sorununun ekonomik, teknolojik, üretim şekillerimizin bir sonucu olduğunu dile getirdiler. Hepimiz bu konuda sorumluluğu üstümüze almalıyız. Su kaynaklarının verimli kullanılmasına hem dikkat etmeliyiz, hem de bu anlamda seçilmişlere gerekli baskıları yapmalıyız.


    'Sorumsuz kullanan insanlık değil sermaye'
    Küreselleşme alanında çalışmalarıyla tanınan gazeteci yazar Ergin Yıldızoğlu, su sorununa küreselleşme çerçevesinden baktı...
    Neo-liberal politikaların bir yansıması olarak su, bir 'meta' olarak görülmeye başlandı. Bu noktada, su konusunun, petrol kadar önemli bir sorun haline geldiği yorumları yapılıyor. Sizce de su yeni petrol mü?
    Yeni petrol değil, çok daha önemli. Petrolün yerine ikame edilecek yeni enerji kaynakları teorik olarak bulunabilir ama suyun yerine başka bir şey bulunamaz. Su, yaşamın temel taşı. 1970'lerden bu yana dünyada su kullanımı da belirgin biçimde hızlandı.
    Örneğin İngiltere'de bir süpermarkette satılan, yenmeye hazır bir poşet salata için, üretilmesinden rafa gelene kadar 50 litre su harcanıyor. Üstelik bu üretim, Afrika gibi kaynakları çok kısıtlı bir yerde yapılıyor. Buyrun, küreselleşmeden bir örnek daha.
    Bu kadar önemli ve bu kadar kıt bir kaynak, bu hızla tükenirken, devletlerin suya ulaşmak için savaşacağı dönemler çok uzak değil. Su kaynakları üzerinde diplomatik rekabet ve dolaylı çatışmalar şimdiden hızla artıyor.
    'Su bedava olarak algılandığı için şimdiye kadar sorumsuzca kullanıldı. Eğer paralı olursa insanlar kıymetini bilir' şeklinde bir görüş var. Öte yandan, 'Su kullanım hakkı, insan onurunun temel unsurlarından biridir ve kaynakların adil dağıtılması gerekir' görüşü de ona karşı çıkıyor. Sizce suyun kamuda kalmasıyla özelleştirilmesi arasında ne gibi farklar olacaktır?
    Su bedava olduğu için insanlar tarafından sorumsuzca kullanılmadı. 10 bin yıllık insanlık tarihi içinde, ilk kez son 200 yıldır ve gittikçe artan oranda sorumsuzca kullanılıyor ve kirletiliyor. Neden? Suyu insanlık değil, sermayenin insanlığa ve doğaya aldırmadan kâr etme ve üretim yapma dürtüsü kirletiyor, küresel ısınmaya yol açarak yenilenmesini zorlaştırıyor.
    Şimdi bunu denetlemek yerine, bir de su üretim ve dolaşımını piyasanın eline bırakmak, suyun giderek yalnızca parası olanlar tarafında tüketilecek (dünyanın geri kalanında su kıtlığı sorunu daha da ağırlaşacak), zengin ve güçlü ülkelerin mülkiyetine geçecek bir kaynak haline gelmesine yarayacaktır.


    'Su ve petrolün ortak noktası savaş'
    Anil Naidoo, Council Of Canadian/ Kanada Konseyi'nin su kampanyası olan The Blue Planet Project'in organizatörü)
    Sizce küresel ısınma, su kaynaklarının tükenmesi, kıtlık tehlikesi, çölleşme ya da buzul çağı felaket senaryolarıyla küreselleşmenin bir ilişkisi var mı?
    Kesinlikle, ayrılmaz bir ilişki var. Küreselleşme her yerde ucuz kaynak, ucuz enerji arıyor. Bunların arasında tabii su da var. Bu durum çevrenin ve kaynakların yanlış kullanımına yol açıyor. Piyasa hiçbir otoriteyi tanımıyor. Dünya Bankası'nın baskısıyla, piyasa yanlısı hükümetlerin etkisiyle, yapmamız gerekenin tam tersini yapıyoruz. Şirketlerin sınırlarını gezegenimizin ekosistemine zarar verecek ölçüde büyüttüğümüz sürece, bu durumun kaçınılmaz bedelini gelecek kuşaklar çok ağır ödeyecektir.
    Suyun yeni petrol olacağı görüşüne katılıyor musunuz?
    Petrolle suyu aynı kefeye koyanlar, milyonlarca çocuğun önlenebilir ve iyileştirilebilir hastalıklardan öldüğünü bilmiyorlar demek ki! Suyun petrole benzetilebileceği tek nokta, ikisinin de ekonomilerin devamını sağlamak için savaşlara neden olduğu.
    Çalışmalarınız arasında su özelleştirmelerine karşı hareketler var. Suyun özelleştirmesi ne gibi sonuçlar doğurabilir?
    Kaynaklardan fayda elde etmek için oldukça etkin bir ekonomik yöntem. Çevresel sürdürülebilirlik ve sosyal adalet içinse tam bir yüz karası. Kâr mantığı fakirleri kenara iter çünkü para kazanmanın yolu, müşterilerin ödeme yapmasından geçer. Dünyada temiz suya erişimi olmayanların yüzde 80'i kırsal bölgelerde yaşamaktadır. Buralarda kâr etmek çok zordur, bu nedenle şirketler bu insanlar için asla önemli bir rol oynamazlar.


    'Su barışı için kötümser olmayın'
    Yazar Yakup Şalvarcı, 2003 tarihli 'Pax Aqualis' adlı kitabında küresel su sıkıntısının, nihai barışın temeli olabileceğini iddia ediyor.
    Su krizi senaryolarında evrensel aklın gelişimi küçümsenmektedir. Dünya sularının yüzde 97.55 ini teşkil eden deniz suyunu arıtma maliyeti sürekli olarak düşmeye devam etmektedir. Global su barışı konusunda kötümser olmamak için bir başka sebep ise 'teknoloji ilerledikçe daha az su kullanarak daha fazla endüstriyel/tarımsal üretim' yollarının bulunduğu/ bulunabileceğidir.
    Gelecekle ilgili dünya nüfusu projeksiyonları birbirinden yüzde 50 gibi büyük farklılıklar arz edecek kadar çeşitlidir. Su ihtiyacı için çok önemli bir parametre olan nüfus projeksiyonlarının bu derecede dalgalanması, bu tahminlere dayanarak yapılan senaryolara da yansımaktadır. Doğal olarak bir bardak suda, su fırtınası koparmak isteyenler daha olumsuz tahminleri kendi tezlerinde kullanmaktadır.
    Bu bağlamda, dünyada gittikçe yaygınlaşan nüfus planlaması gibi tedbirler, küresel su krizi senaryoları üzerinde olumsuz etki yapacaktır. Üstelik dünyanın daha da global bir köy olacağı var sayılırsa nüfusu stabilize olmuş dünyada su kıtlığı yaşanan yerlerden dışarıya doğru yaşanabilecek kısmi göçler bile çözüme bir ölçüde katkı sağlayacaktır. Su krizine kriz gözüyle bakanlar devamlı olarak olumsuz tahminleri kendilerine rehber edinmişlerdir.


    'Bir ülke veya şirket insafına bırakılamaz'
    Gazeteci Tan Morgül, 2007 Kenya Sosyal Forumu'nda su özelleştirmesi konusunu takip etme fırsatı buldu.
    10 yıl önce iklim değişikliğiyle ilgili felaket senaryoları 2050'ye uzanıyordu. Yıllar geçtikçe bu tarih 2040'a, 2030'a geriledi. Sanayileşme arttıkça su kirliliği daha da artıyor. Üstelik sadece yerüstü sularıyla sınırlı değil; Ortadoğu, Güney Asya ve Uzak Asya bölgesinde açılmış olan 100 milyonun üzerindeki artezyen kuyularıyla yeraltı suları da tüketiliyor. Bu, dünyanın nemini almak demek. Yeraltı sularını bu şekilde tüketmek çölleşme anlamına geliyor. Çin'de yakın zamanda (ki bu 30-40 yıl gibi gerçekten yakın bir zaman) susuzluk çekecek nüfusun 350 milyon olduğu tahmin ediliyor. Çin'deki şehirlerin, yüzde 90'ının yeraltı suları kirlenmiş. 700 milyon Çinli her gün kirli su içiyor.
    Hal böyleyken var olan temiz su kaynakları da şişelenip şirketlerce satılıyor. Geçen sene, şişeleme şirketleri 170 milyar litrelik taze suyu plastik şişelere boca ederek, devasa bir yeni kirletme kaynağına neden olmuşlar. Halbuki bunun yerine daha etkili projeler geliştirilebilir. Örneğin temiz suyu tuvalette kullanmamızı engelleyecek bir proje neden geliştirilmiyor?
    Bu yıl 'Ortak Yaşam İçin Temel İhtiyaçlar' başlıklı toplantıda Nobel Barış Ödüllü Kenyalı akademisyen-aktivist Wangari Maathari'den Kenya'da insanların suya ilk defa nasıl para ödediklerini dinledik. Durum öyle trajik ki artık nehirler bile satılıyor veya kiralanıyor. Hükumetin yaptığı ticaret anlaşması gereği, suyu kiralanan nehrin kenarında yerleşmiş kabilelerden para isteniyor. Bölge insanı suya para vermeye bir türlü akıl erdiremediği için gelen faturaları ciddiye almıyorlar. Çünkü yüzlerce yıldır yaptıklarını yapıyorlar; hayvanlarını su içmeye götürüyor, topraklarını suluyorlar. Daha sonra fatura ücretleri kendilerinden talep edilince direniyorlar. Ancak bu direniş olumlu sonuçlanmıyor. Su faturalarını ödeyemedikleri için yıllardır yaşadıkları topraklardan ayrılıp Nairobi'ye göç ediyorlar.
    Su kaynakları kullanımının bizatihi hükümetler tarafından yapılması gerek. Bunu da Birleşmiş Milletler gibi bir örgüt denetlemeli. Çünkü su hiçbir ülkenin veya şirketin insafına bırakılacak bir konu değil. Tüm dünya canlılarının ortak malı..
    Blue Planet Projesi kurucusu, Kanadalı aktivist yazar Maude Barlow'un Mart 2006'da, Mexico City'de 'su hakları' üzerine düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada inanılmaz rakamlar var. Dünyanın herhangi bir köşesinde, sekiz saniyede bir, bir çocuk su yokluğu kaynaklı hastalıklardan hayatını kaybediyor. Mevcut eğilim devam ederse dünya nüfusunun üçte ikisi, 2025'te temiz suya ulaşım hakkından yoksun kalacak. Şu anda Afrika kıtasında 22 ülke ağır su kriziyle yüz yüze. Su kaynaklı hastalıklar olan sıtma, tifo, kolera, hatta veba bile Afrika'yadönmüş durumda.
    Sonuçta su, bir ihtiyaç değil, haktır. Ulusötesi şirketler ve özellikle Dünya Su Konseyi gibi uluslararası örgütler suyun bir ihtiyaç olduğuna dair kararlar aldırmaya çalışıyor. Çünkü ikisi uluslararası hukukta bambaşka paragraflarda inceleniyor.


    'Özelleştirme işe yaramıyor'
    Nick Wright, Dünya Kalkınma Örgütü Sözcüsü
    Hem temiz suya erişimi olmayan insan sayısını yarıya indirip, hem de küresel kalkınmayı sağlamak istiyorsak önümüzdeki 10 yıl boyunca her gün 150 bin insana temiz su ulaştırmamız gerekiyor. Hükümetimiz bu uğurda yıllardır hiçbir işe yaramayacak olan bir proje için milyonlarca sterlin harcıyor. Adı su özelleştirmesi!
    Dünya Kalkınma Örgütü'nün 'Kirli Yardım, Kirli Su' kampanyası, yardım paralarını çözüm yerine su krizi çıkaracak şirketlere yatırarak yanlış kullanmaması üzere İngiliz hükümetine çağrı yapmak için başlatılmıştır. Onlarca hükümet ve gönüllü, kalkınmakta olan ülkelerde su özelleştirmesini yapılması gereken bir şey olarak dayadılar. Serbest pazara bağımlı bu ideolojik tavır, Bolivya'dan Arjantin'e, Filipinler'den Gine'ye en fakir bölgelerde özelleştirmenin işe yaramadığını görmüyor. Evet, dünyanın birçok yerinde kamu hizmeti yapan kuruluşlar zayıf durumda. Ama Brezilya, Kamboçya, Hindistan, Uganda'da suyun temizlenmesi ve dağıtımını başarıyla üstlenmiş kuruluşlar var. Gelişmiş ülkelerin bu tarz işletmelere destekte bulunması gerekir.

    http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=6937    

            

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu