YUKARI

Haberler

Eklenme Tarihi: 04 Ekim 2007

Yetkililer 'çevre'nin anlamını hala anlamış değil

  • Yetkililerin çevre teşkilatına (Çevre ve Orman Bakanlığı) yap-boz tahtası gibi çeşitli kuruluşları bağlayıp çözmesindeki (bir dönem Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü de bu duruma düşmüştü) ısrarcı tutumunu anlayabilmek kolay değil. Bir tek açıklaması olmalı: Türkiye 'çevre'ye yüklenen kavramları henüz doğru algılayamadı    

    03/10/2007 Radikal

    NURAN TALU

    Yetkililerin çevre teşkilatına (Çevre ve Orman Bakanlığı) yap-boz tahtası gibi çeşitli kuruluşları bağlayıp çözmesindeki (bir dönem Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü de bu duruma düşmüştü) ısrarcı tutumunu anlayabilmek kolay değil. Bir tek açıklaması olmalı: Türkiye 'çevre'ye yüklenen kavramları henüz doğru algılayamadı

    Tam 50 yıldır Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın bağlı kuruluşu olarak çalışan ve önemli bir yatırım kuruluşu olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, genel seçimlerin hemen ardından ağustosda (31.08.2007 tarih ve 26629 sayılı Resmi Gazete) Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlandı. Temel gerekçe, Türkiye'nin su kaynaklarını korumak lazım. Çünkü bugüne kadar DSİ bu konuda başarılı olamadı, hatta suların korunmasına tabir yerinde ise köstek bile oldu. Bugün sulak alanlarımızın yarısının -1.5 milyon hektar- kurumasında DSİ'nin parmağı yok mu? Göllerin yok olması kuraklığı hızlandırmadı mı? Konya Ovası'nın durumu en güncel örnek değil mi?
    Dört yıl önce (4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 8.05. 2003 tarih ve 25102 sayılı Resmi Gazete), Çevre Bakanlığı ile Orman Bakanlığı birleştirilmişti. Neden? Çünkü, Orman Bakanlığı ormanları koruyamıyordu, Çevre Bakanlığı'na bağlanırsa problemler çözülecekti. Çözüldü mü? Hayır. Üstelik en günceli, bugün yeni anayasa taslağında ormanları yok edip, yerleşim alanlarına dönüştürenlerin affedileceğine dair zemin hazırlanıyor. Anayasada istenilen değişiklikler yapılırsa, devlet ormanları işgal edenin elinde kalacak.

    Kuruluş amacı
    16 yıl önce (9.08.1991 tarihli ve 443 sayılı Çevre Bakanlığı'nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname) Çevre Bakanlığı kurulduğunda da beklenen, Türkiye'de çevre politikalarını belirlemeye, diğer sektörlere entegre etmeye ve koordinasyon yokluğundan kaynaklanan uygulamadaki sakıncaların ortadan kalkmasına yarayan bir zemin oluşturmak, bu yönde siyasi irade sergilemekti. Sergilendi mi? Hayır. Çünkü Türk idari yapısının tarihsel gelişimi sürecinde çevre konularının farklı alanlarına ilişkin birtakım görev ve yetkiler üstlenmiş olan bakanlıklar, kuruluşlar, bu yetkilerinden hiç vazgeçmediler. Bu durum, Çevre ve Orman Bakanlığı'nda 'ormancılar' ve 'çevreciler' ayrımının ayyuka çıkmasıyla defalarca doğrulandı. Şimdi de benzer bir durum yine karşımızda.
    'Su'cular-'çevreciler' çatışması yakındır. DSİ tarafı, şimdiden su kaynaklarının korunması çevrenin işi, ancak yatırım bizim işimiz demeye başladı bile. Güzelim Karadeniz'deki hidroelektrik santralların yer seçimine çevreciler mi karar verecek, enerji yatırımcıları mı? Sadece tarım ekonomisi gözlüğü ile yıllardır ülke kaynaklarının tahsis edildiği barajlar ve sulama kanallarında (pek de başarılı olunmadığı tarımdaki gerilemeden anlaşılan) çevre ekonomisi dikkate alınacak mı? Göreceğiz. Hükümetin önceliği her şeye rağmen ekonomik büyüme olunca, su'cular tarafından gelen Çevre ve Orman Bakanı sayın Veysel Eroğlu'nun işi oldukça zor görünüyor. Su kaynaklarını korumak, suyu akılcı kullanmak, suyu yönetmek... Yıllardır süregelen zihniyetle ve yapılan uygulamalarla bu kavramların içini doldurmak, Çevre ve Orman Bakanlığı'nı alelacele 'su'cu yapmakla mı mümkün? Üstelik bu ülkede 'su'yun serbest piyasa ekonomisinin işletilebileceği bir 'mal' olarak kabul edildiği ve akarsuların özelleştirilmesinin gündemde olduğu bugünlerde.
    Yetkililerin çevre teşkilatına (Çevre ve Orman Bakanlığı) yap-boz tahtası gibi çeşitli kuruluşları bağlayıp, çözmesindeki (Bir dönem Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü de bu duruma düşmüştü) israrcı tutumunu anlayabilmek kolay değil. Bir tek açıklaması olmalı; Türkiye 'çevre'ye yüklenen kavramları henüz doğru algılayamadı.
    Çevre kavramı dünyada 1970li yıllardan bu yana değişik bakış açılarıyla, bir bilim dalı, yeni bir hak, moda bir akım, gelişmiş ülkeler için lüks ve entelektüel bir uğraş, büyümeyle çelişkili bir ütopya, iktisatçıların büyümenin sınırlanması anlamında tehlikeli bir uyarısı, nüfus, beslenme, yoksulluk politikalarında etkin bir faktör, küresel bir ortaklık, antiküresel bakışın en önemli silahlarından biri, doğal kaynak potansiyeli yüksek olan gelişme yolundaki ülkeler açısından bir tuzak, vb. çeşitli şekillerde ele alındı ve alınmaya devam ediyor.
    Aslında çevre konusu tüm bu algılanmaların bütünü olan bir alan. Boyutlarının tüm derinliğiyle; toplum örgütlenmesinin tüm yönlerini kapsayan, ekonomi, hukuk ve siyaset başta olmak üzere, daha önceleri çevreyle doğrudan bağlantısı kurulmayan birçok sektörün/ temanın da etkileşimde olduğu bir olgu çevre.
    Çevreyi oluşturan unsurlar ve bunlar arasındaki karmaşık ilişkiler, bütünleşik bakış açısını gerektiren bir yönetme anlayışını da beraberinde getiriyor. Çevre yönetimi çevrenin korunması amacıyla gerek kamu gerekse toplumun diğer kesimlerinde (özel sektör, sivil kuruluşlar, bilim camiası vb.) yürütme, planlama, koordinasyon ve denetim ve izleme sistemlerinin oluşturulması demek... ve bu sistemi çalıştıracak doğru dürüst bir teşkilat lazım.
    Aslında çevre o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki, tüm yetki ve sorumlulukları bir tek kuruluşta toplamak ve kendi alanlarında uzmanlaşmış örgütleri devre dışı bırakmak olası değil. Günübirlik ya da moda ihtiyaçlar uğruna, derinlemesine ve katılımcı bir yaklaşımla düşünmeden, çeşitli kuruluşları bakanlığa bağlamak da bir çözüm değil.
    Sırada hangi kuruluş var? Bayındırlık ve İskân Bakanlığı mı? Bu bakanlığın Teknik Araştırma ve Uygulama ile İller Bankası Genel Müdürlükleri mi? Böylece çevre yönetiminin en önemli uygulama araçlarından biri olan planlama süreçlerine çevre duyarlı politikaları dahil etmek için mi? O halde, çevre politikalarının bir yandan merkezi düzeyde bütünleşik bir yaklaşımla ele alınması gereken politikalar olduğunu, bir yandan da hem yerel çözümler gerektiren, hem politikaların vazgeçilmez bir parçası olduğunu hatırlamak lazım. Mevcut durumda, Türkiye'de arazi kullanım planlamasında merkezi ve yerel düzeyde çok sayıda kurumun yetkili olması, değişik çıkar çatışmalarını da beraberinde getiriyor. Çünkü hâlâ ülke genelinde, bu çıkarları uzlaştıracak, çevre duyarlı bir arazi kullanım politikası ve planlamasının varlığından bahsedemiyoruz. Örneğin, alıcı ortamlarda çevre kalite standartları saptanmadan ya da taşıma kapasiteleri belirlenmeden kirletici faaliyetlerin pervasızca yer seçimi, bu alanlardaki ekonomik yükü daha da artırmıyor mu?
    Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının çoğaltılması da çevre yönetimi için olmazsa olmaz koşul. İklim değişikliği konusu da önemli hem de moda. O zaman Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın bu işlevlerini de bakanlığa bağlayabiliriz...
    Çevre, Orman, Su, Fiziki Planlama, Yeşil Enerji ve İklim Değişikliği Bakanlığı...
    Bu 'çok evlilik' caiz midir?
    Aslında doğru olan, kendi konularında yıllardır uzmanlaşmış bakanlıkları/kuruluşları bölmek, devre dışı bırakmak ya da birleştirmek yerine, sorumluluklara bütüncül bir 'çevre siyasası' anlayışıyla ve samimiyetle yaklaşmaktır. Türkiye'de ne zaman çevrenin korunmasındaki yükün paylaşılmasında, toplumsal adalet ilkelerine uyulur, işte o zaman çevre meselesi bir üst politika anlayışına kavuşmuş olur.
    Bizler ise bugün, yeni yasalarla zaten yeterince karmaşık hale gelmiş olan çevre yönetim sistemimizde, kurumsallaşma adına kapalı kapılar ardında hazırlanan 'zihni sinir' projelerini 'heyecanla' bekliyor, doğal kaynaklarımızın acımasızca yok olmasına neden olacak yeni bir 'Ben yaptım oldu' modelinin uygulanmasına gün sayıyoruz.
    Anayasadan 'çevre hakkı'nı (madde 56) çıkaran ve 'Çevreye ayrı bir bölüm ayırdık' diye böbürlenen siyasilerimiz ve anayasa hukukçularımız uçuşan taslaklar üzerinde arı gibi çalışırken, biz sivil toplum kuruluşlarının haddini bilmesi lazım!

    Dr. Nuran Talu: Çevrebilimci, Küresel Denge Derneği Başkanı

    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=234666
        

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu