YUKARI

Keşfet

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 20 Kasım 2014

Kaplumbağalar

  • Yuvalarını sırtlarında taşıyan kaplumbağalar hakkında yeni şeyler öğrenip üzerine bir de güzel kaplumbağa masalı okumak ister misiniz?

    İçinizde ben hiç kaplumbağa görmedim diyeniz var mı? Televizyonda belgesel izlemeyi sevenleriniz varsa görmüş olabilir diye düşünüyorum. Çocukluğumda onun evini sırtında taşıyor olması bana ilginç gelirdi; bir de hiç acelesi yokmuş gibi ağır ağır hareket etmesi. Biz taşrada doğayla iç içe yaşayan çocuklar, sık sık rastlardık ona, hatta kucağımıza alıp taşıdığımız ya da yolun ortasında gördüğümüzde arabalar ezecek korkusuyla hemen yolun kenarına taşıdığımız çok olmuştur. Kaplumbağaların kulakları duymuyor, gözleri de görmüyor zannederdik; görüyor ve duyuyor olsalar vızır vızır taşıtların geçtiği ana yolun ortasında ne işleri vardı?

    Bizim çocukluğumuzda, hepimizin evinde kedi, köpek, tavuk, horoz, ördek ve kaz olurdu. Benim bunların dışında bir de eşeğim ve onun yavrusu sıpam vardı. Hayvanlarla bu kadar bir arada yaşayan insanlar olarak büyüklerimizin bazı tuhaf inanışları vardı. Mesela; sakın kurbağaya, kaplumbağaya dokunmayın ellerinizde siğil çıkar, derlerdi. O zamanlar çoğu çocuğun ya da büyüklerin ellerinde -nedeni neye dayanıyorsa- bolca siğil vardı ve doğal olarak da korkulurdu. Ama bana sökmezdi bu korkular, inadına gidip denerdim; kurbağayı da aldım elime kaplumbağayı da; hem de bol bol. Tek bir siğilim bile olmadı!

    Kaplumbağa her an karşımıza çıkardı, hatta oyun arkadaşımız bile olurdu. "Kaplumbağadan nasıl oyun arkadaşı olur?" diye aklınızdan geçtiğini hissediyorum. Durun anlatayım o zaman: Bizim evimizin olduğu cadde kasabanın en işlek caddesi; geceleri, -özellikle yaz geceleri- kasabanın ileri gelenleri ailece, bizim cadde boyunca yürüyüşe çıkarlardı. Biz de maskaralık olsun diye karpuzun tepesini şapka çıkarır gibi keser, içini boşaltırdık (bir güzel afiyetle yerdik yani) sonra da bıçakla keserek - oyarak bir insan yüzü yapardık ama biraz korkunç olsun diye abartırdık kesmelerimizi. Çıkmaz sokağın içinde pusuya yatardık, yanımızda da kaplumbağamız. Bir de mum. Çoluklu çocuklu insan kalabalığının geldiğini gördüğümüz anda hemen kaplumbağayı caddenin ortasına bırakırdık. Kaplumbağanın üstünde korkunç insan yüzlü karpuz kabuğu ve içine yerleştirdiğimiz yanan mumun ışıkları.. Kaplumbağa yürüdükçe o korkunç insan yüzünün de karanlıktaki hareketi çocukları biraz ürkütürdü. Çocuklar annelerinin arkalarına saklandıkça biz çıkmaz sokağın kuytusunda, yaptığımız matah bir şeymiş gibi, kıkırdaşır eğlenirdik.

    Kaplumbağalara Anadolu’da tosbağa dendiğini söylemiş miydim size?
    Kaplumbağalar sürüngenler sınıfından ve çok sert ve kemiksi bir kabuk içinde yaşıyor. Tehlike anında baş, bacak ve kuyruklarını içeri çekiyorlar. Başları vücutlarına oranla çok küçük, ağızları da bir kuşun gagasına benziyor; gagaları da bıçak gibi keskin. Gözleri çukurda ve kapaklı. Koku alma duyuları çok gelişmiş. Kaplumbağalar, açlığa dayanıklılar ve çok uzun yaşıyorlar. 100-150 yıl kadar yaşadıkları söyleniyor.

    Kaplumbağaların otçul veya etçil türleri var. Çenelerinde dişleri yok. Dişlerin yerine sert kemiksi damakları var; bu damakla besinlerini çiğniyorlar. Sırtlarındaki kabuk deri levhalarla kaplı. Her sene ilave edilen halkalarına bakılarak hayvanın yaşı tahmin edilebilirmiş (bunu ilk kaplumbağa görüşümde yapacağım, levhalarını sayıp yaşını öğreneceğim). Belki siz de yaparsınız?

    Ayaklarına gelince; bacakları pullarla örtülü ve dört parmaklı. Parmakları pençeli (suda ve bataklıklarda yaşayanların parmakları birbirleriyle bir zar aracılığıyla birleşerek palete benzer bir şekil almış ve bunları suyun içinde yüzmek ve dengede kalmak için kullanıyorlarmış).

    Günümüzde, 250'ye yakın kaplumbağa türü yaşıyor. Türkiye’de bulunanlar şunlar: Yeşil kaplumbağa, Mahmuzlu Akdeniz kaplumbağası, Hermann kaplumbağası, Benekli kaplumbağa, Çizgili kaplumbağa, Fırat, Yeşil kaplumbağa, Nil kaplumbağası, Sini kaplumbağası.

    Kaplumbağaların yaşadığı yerler:
    Kaplumbağalar sıcak ülkeleri seviyorlar. Havalar serinlemeye başlayınca hareketleri iyice yavaşlıyor, bol güneş ışığı alan kuru topraklarda kendilerine bir delik kazıp bütün kışı orada geçirmek üzere kış uykusuna yatıyorlar.

    Amerika ve Avrupa’nın birçok kısımlarında kaplumbağaları, yumurtası, eti ve kabuğu için avlıyorlar, hatta etinden çorba yaptıkları için Avrupalılar ona “çorba kaplumbağası” da diyorlar.

    Kaplumbağalar, yumurtlayarak ürüyorlar. Anne olacak deniz kaplumbağaları, yumurtlamak için doğduğu sahile geliyorlar ve kumsalda gelgit sularının erişemeyeceği bir uzaklıkta uygun bir yuva yeri arıyorlar. Yuvaya yerleşip arka yüzgeçlerini kürek gibi kullanarak şişe şeklinde bir delik kazıyor, sonra bu deliğe pinpon topuna benzer, beyaz ve kaplı görünümü veren yaklaşık 100 kadar yumurta bırakıyorlar. Yumurtlaması bittikten sonra yuvayı kumla örtüp arkasında geliş ve dönüş izi bırakarak denize dönüyorlar.

    Kumsala vuran güneş ışınları, kuma gömülü kaplumbağa yumurtalarını ısıtır. Yumurtalar yuvanın içinde gelişir ve iki ay sonra çatlamaya hazır hale gelirler. Yavrular burunlarının ucundaki sivri kısım ile yumurta kabuklarını delmeye başlarlar. Bu özel sivri kısım, yumurtadan çıkınca kayboluyor. Yavrular kabukları çatlatarak kırarlar. Hepsinin yumurtadan hemen hemen aynı zamanda çıkmaları gerekiyor. Çünkü yuvadan kaçış işlemini elbirliğiyle yapmak zorundadırlar. Yavru kaplumbağalar, başlarının üzerindeki kumu kazmaya başlarlar. Kum, boş kabuklarının üstüne düşerek çukurun içinde yükselmelerine olanak sağlayan basamaklar oluşturur. Birkaç gün içinde yuvanın tavanına varırlar. Derken, bir gece veya bir sabah erken saatlerde, kumsalda koyu renkli küçük kafalar ve yüzgeçler belirir. Beş santimetrelik yavrular sürünerek denize doğru koşarlar.

    Kaplumbağa yavruları deniz yönünü denizin pırıltısından hissederler. Suyun üzerindeki parlaklık onları çeker. Yuvadan çıkıp sel gibi akarak denize doğru yarışlarına başlarlar. Denize ulaşan yavrular “yüzme çılgınlığı” denen ve yaklaşık 20 saat süren süreçte durmaksızın yüzerler. Ancak, yavrular için o kadar çok tehlike vardır ki, her 1000 yavrudan ancak biri, gençliğe kadar hayatta kalabilir. Yavruların gece çıkmalarının asıl sebebi de, kızgın güneşten korunmak içindir. Gündüz çıkacak olsalar güneşin kavurucu sıcaklığı onları derhal kurutup öldürecektir. Yumurtadan çıkan yavruların kabukları yumuşaktır ve kendilerini koruma nitelikleri çok az olduğundan pek çok doğal düşmana yem olurlar: Yengeçler veya deniz kuşları, küçük kaplumbağaların doğal düşmanıdır. Yavrulardan denize varabilenlerinin çoğu balıklara yem olur. Çok azı kurtulmalarına rağmen ömürleri uzun olduğundan nesillerini koruyabilmektedirler.

    Karada yaşayanlar bitkisel besinlerle besleniyor. Ot ile birlikte sümüklü böcek, böcek ve solucan yiyenler de var. Tatlı sularda yaşayanlar etçildir; balık, kurbağa gibi çeşitli su hayvanları ile besleniyorlar. Denizde yaşayanlar ise, -bitkisel eğilimli bir kaç türün dışında- etçil olup, hem et hem de bitkisel besin yerler.

    Dünyamızın bu çok yaşlı ve sevimli canlılarıyla bu yazıda vedalaşmadan önce bir masala ne dersiniz?

    Kaplumbağa Dede Masalı
    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir orman varmış. Bu ormanın halkı o kadar mutluymuş ki bu mutluluklarının gün gelip de bitmesinden korkuyorlarmış.

    Bir gün ormanda çok şiddetli bir fırtına çıkmış. Orman halkı çok ürkmüş. Bu şiddetli fırtına tam iki gün sürmüş ve ormana çok zarar vermiş. Fırtına dindiğinde bütün orman halkı elbirliğiyle yurtlarını onarmak için günlerce çalışmışlar ve sonunda yorgun düşmüşler. Özellikle Kaplumbağa Dede bu yorgunluğu kaldıramayıp yataklara düşmüş.

    Orman halkı bu duruma çok üzülmüş.

    Zebra: Arkadaşlar, Kaplumbağa Dedemizin hali gün geçtikçe kötüleşiyor, buna hep beraber bir çare bulmamız, Kaplumbağa Dedemizi tekrar ayağa kaldırmamız gerekiyor, demiş.

    Tüm orman halkı bir çözüm yolu bulmak için düşünmeye başlamış.

    Fil: Arkadaşlar, geçenlerde Serçe kardeşe rastladım, beni evine davet etti, sohbetimiz sırasında bir çiçekten söz etti; bu çiçek, hastalıkları iyileştiriyor, hastaların ömrünü uzatıyormuş. Ancak bu çiçek, sadece Enyüs dağının zirvesindeki mağarada yetişiyormuş ve o dağa ulaşmak çok zormuş. Ama ben bu zorlu yolculuğu Kaplumbağa Dedemiz için yaparım, ya sizler? demiş.

    Maymun: Ben de varım! diye atılmış.
    Tavşan: Ben hiç düşünmeden varım.
    Horoz: Ben dünden hazırım.
    Fil: O zaman arkadaşlar; hemen yola koyuluyoruz! demiş.

    Ve yola çıkmışlar. Enyüs dağını görünce ağızları bir karış açık kalmış. Çünkü Enyüs dağı tahminlerinden daha dikmiş. İlk önce Tavşan çıkmayı denemiş ama dört adım atmadan gerisin geriye yuvarlanmış. Maymun tam o sırada ağaçların birinde bir Ağaçkakan görmüş ve ondan dağa doğru basamak basamak oyuklar oymasını rica etmiş.

    Ağaçkakan: Bunu neden yapmamı istediğinizi öğrenebilir miyim?

    Horoz hemen söze başlamış: Bizim ormanımızda Kaplumbağa dedemiz var o çok hasta oldu ve biz bu dağın zirvesindeki Rüya mağarasından Melekler Çiçeğini koparıp çok geç kalmadan Kaplumbağa dedemize götüreceğiz. Şimdi bize yardım edecek misin? Yoksa biz başka bir yol bulmalıyız, fazla vaktimiz yok.

    Ağaçkakan: Hemen kızma canım, ben sadece neden böyle bir yardım istediğinizi merak ettim. Tabiî ki size seve seve yardım ederim. Hadi şimdi iş başına, ben size tırmanabileceğiniz sıklıklarda oyuklar açayım, siz de beni takip edin, demiş.

    Dağa tırmanmaya başlamışlar, Fil çok zorlansa da çıkmayı başarmış. Mağaradan içeriye ilk girdikleri anda kendilerini rüya âleminde sanmışlar. Çiçeği ilk gördüklerinde onu alev topuna benzetmişler. Ve çok korkmuşlar. Ama çiçeğe yaklaştıklarında alev topu olmadığını görmüşler ve rahatlamışlar.

    Çiçeği koparmaya çalışmışlar ama bir türlü çiçek yerinden çıkmıyormuş. Çünkü çiçeğin sihirli bir sözü varmış o sözü duymadan yerinden ayrılması imkânsızmış. Hep birlikte sihirli sözcüğün ne olduğunu bulmaya çalışırlarken; Tavşanın ayağı bir dal parçasına takılmış ve yere düşmüş. Karşısına gizli bir kapı açılmış. İlk olarak Horoz geçmiş sihirli kapıdan. Horoz birden, Arkadaşlar kim okumayı biliyor? Burada bir şeyler yazıyor, bir baksanız, demiş.

    Maymun: Ben biliyorum ama şimdi bunun sırası mı neden sordun?
    Maymun okumaya başlamış; Melekler Çiçeği sana çok ihtiyacımız var, demesiyle çiçek kıpırdamaya başlamamış mı! Ürkmüşler bir an ama hemen toparlanmışlar, çiçeği de yanlarına alıp dönüş yoluna geçmişler. Hava kararmadan ormanlarına ulaşmışlar. Ormanda bekleyenlerin arasında Serçe de varmış.

    Serçe: Çiçeğin bir yaprağını hemen bir kaba koyup suda kaynatın ve yaprak eridiğinde kabı ateşten alın ve Kaplumbağa Dedemize içirin, demiş.

    Suyu içirmişler ve Kaplumbağa Dede yavaş yavaş kendine gelmeye başlarken… Neden etrafıma toplandınız haylazlar, yapacak işiniz yok mu sizin? diye çıkışmış.

    Dedenin iyileştiğini gören bütün hayvanlar içten bir ohh! çekmişler ve o mutlu hayatlarına yeniden geri dönmüşler.