YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 30 Mart 2011

Penceremde bahar

  • Birkaç gündür penceremdeki çiçeklere bir kelebek dadandı. Her gün sabahtan uğruyor, hercai menekşelerinin üstünde uzun uzun dolanıyor. Ne kadar da iri!

    Daha önce hiç bu kadar da iri olanını görmemiştim. Kahverengi kanatları var, üstünde de morumsu benekler. Kafası daha koyu kahverengi. Nasıl bir renk cümbüşü, görmelisiniz! İnsanın kelebek olası geliyor! Ömürleri kısacık olsa da...

    Bugün dördüncü günü pencereme gelişinin... Nerden mi biliyorum? Çünkü dışarıyla tek bağım bu pencere. Bu odada, bu yatakta yattığımdan beri bizim sokağı, sokakta olan bitenleri daha çok bilir oldum. Hangi saatlerde kim geçer, okul servislerinin geliş gidiş saatleri, mobiletli su dağıtıcılarından hangi marka su içiyor bizim mahalle sakinleri, artık biliyorum.

    Pencere ne kadar da önemliymiş insanın hayatında! Hava puslu oluyor mesela, ruh halim tuhaflaşıyor; olur olmaz şeye üzülüyor buluyorum kendimi ya da tersine gün ışığı ta yatağıma kadar gelmişse ışıl ışıl, her şey daha olumlu, daha iyimser görünüyor gözüme. Şarkılar mırıldanıyor buluyorum kendimi. Aslında utangacımdır, sesimi de pek güzel bulmam; böyle diye diye de şarkı sözlerinin iki satırını bile ezbere bilmez oldum.

  • İnsanın kendisini olumsuz düşünceler edinerek üstelik bunları tekrarlaya tekrarlaya buna inandırması onu köreltiyor; bunu yapmamak gerek. Ne var kendini engelleyecek? İllâ şarkıcı olmam da gerekmiyor, olduğu kadarıyla söylesem zamanla bir iki şarkı öğrenirim; eş dost arasında mırıldanacak. Çok da severim topluluk halinde yapılan şeyleri, ayin gibi gelir bana onların tadı.

    Kelebek hâlâ pencerede. Bu sefer sardunyalarda. Kırmızı çiçeklerinin üstünde karnını doyurmakla meşgul. Belki de sadece kokluyor. Bu sakız sardunyası değil, hakiki kokulu sardunyalardan. Renkleri de öyle capcanlı ki kelebeğin gözleri kamaşıyordur diye geçiyor içimden.

    Hele dün Bingül’ün getirdiği rengarenk ebruli çiçekler açan Sinderellalar’dan sonra pencere daha kışkırtıcı oldu; bütün börtü böcek bizim pencereye hücum etmeye başladı. İyi ki bu minik çiçek bahçesini yapmışım buraya diyorum şimdi. Baktım sokak dımdızlak beton, tek bir yeşillik yok, önce pencerenin önündeki kaldırımı biraz ileriye itip çiçeklik yaptım, içine toprak doldurdum ve her mevsim neşelendirdim orayı çiçekler dikerek.

    Sonra kaldırımdaki birkaç parkeyi söküp salkım söğütler diktim; birine kızımın adını koydum diğerine de kızımın mahalle arkadaşının adını. Onlar da çok heveslendiler, gözleri gibi baktılar, yaz sıcaklarında onları sulamayı hiç ihmal etmediler. Doğa düşmanı biri çıkıp da onları kesmezse eğer yıllarca sokağımızı şenlendirecekler.

  • Neden bir doğa düşmanı çıkmazsa diyorum biliyor musunuz, bu evimize taşındığımızdan beri apartman kapımızın hemen önünde çooook yaşlı bir akasya ağacı var, yaz boyunca iri salkımlı, kokulu çiçeklerini benim üst kattaki pencereme uzatır, gece gündüz hiç kapatamam pencereyi o kokunun güzelliğinden. Ama üst katımızda oturan kadın camlarını kirletiyor, arı, sinek yapıyor diye şikayet etmiş belediyeye, bereket ki tam kesmek üzerelerken rastladım da kurtardım akasyamı.

    Bütün yaşlılığına rağmen öyle bilge öyle sağlam bir duruşu var ki gövdesinin neredeyse her yerlerinde kocaman kovuklar oluştu am o inatla her yıl yeşilleniyor ve salkım salkım çiçekler açıyor, o nednele onu ayakta tutmak, yaşatmak için karıncalardan, böceklerden korumak için neler yapmıyorum; çamurla bedenini sıvıyorum bütün yaz boyunca.

    Sonra baktım akasyacığım hem yaşlı hem yalnız, ona arkadaş olsun diye salkım söğütlerden sonra bir de ıhlamur fidanı diktim. Nasıl da hızlı büyüyorlar görmelisiniz.

    Yalnız bir derdim var; sokağın kedileri çişlerini, kakalarını yapacak, eşeleyecekleri bir milim toprak alan bulamadıkları için benim bu bahçeme musallat oluyorlar. Çok da asitli kerataların çişleri kakaları çiçeklere zarar veriyor, ben de inatla kovalıyorum, gidin caminin avlusuna, orada toprak bol diyorum, kıymayın bu güzelim varlıklara; valla anlıyor olmalılar ki artık yapmıyorlar.

    Kelebeği gören -ya da uzaklardan nasıl haber alıyorlarsa- iki tane de arı geldi, açtım pencereyi, vız vızlarını duyayım diye.

  • Kaldırımın ucundaki o ışık çizgisi de neyin nesi öyle! Bir karınca ordusu! Aman tanrım! Güneş vurmuş üstlerine, ışıl ışıl bir kervan! Bakayım ne taşıyorlar? Hepsinin eli kolu boş. Yerin üstünü kolaçan ediyorlar belki? Bu işler böyle yürüyor onların arasında belki, kim bilir…

    Hanımelinin orada koca bir karasinek. Aman tanrım o nasıl renk öyle! Koyu lacivert bir sinek! Kocaman. Öyle iri ki obez herhalde bu diye dalga geçip eğleniyorum. Kanatlarının rengi kül grisi. Ayakları kıpır kıpır, yerinde duramıyor. Cama değen dalın ucuna geldi. Dal tazecik, su yeşili. Kırılgan. Onun ağırlığına dayanamıyor belli, aşağıya doğru hafif hafif sallanıyor. İyice cama dayadım burnumu. Çok yakınız. Aa! Bana mı bakıyor o koca gözleriyle? Yok canım, bana öyle gelmiştir. Off! ne büyük gözler! Aaa! Uçtuuu!

    Kelebek de gitmiş karasineğe bakarken. Bakınıyorum yakınlarda mı diye. Akasyanın dalında; tazecik bir yaprağın üstünde…
    Yarın yine gelir mi acaba? Daha kaç günlük ömrü var kim bilir diye, içim buruluyor.

    Karıncaların yolculuğu nereye acaba? Evde kimse olsaydı onlara bulgur kırıntısı, yiyecek bir şeyler verelim diyecektim; kendim kalkıp alamıyorum, ne yazık ki...

    Kedimin bütün bunlara aldırdığı yok. O uzanmış radyatörün üstüne keyif çatıyor. Bahar miskinliği olmalı…

    Kedimle pencerenin, güneşin, baharın tadını çıkarıyoruz.
    Yani bu mucizevi yaşamın…

    Pakize İşcan