YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 18 Nisan 2012

Kalp atışları 1

  • Anlamıştım bu evde tuhaf şeyler olmaya başladığını. Önceleri sadece çok zorladı ayağını, biraz dinlense geçer, diyordum. Öyle değilmiş, o kadar basit değilmiş. Ben anlamamışım.

    Bir gün koltuk değnekleriyle çıkageldi. "Haydaa!" dedim, bu hatun yürüme delisi, evden çıkmazsa, sokaklara atmazsa kendini, her çağıran arkadaşına gitmezse kurdeşen olur.

    Olmadı tabii, akıllı kadındır kendileri. Hemen duruma uyum sağladı. Kanepeyi çekti pencerenin önüne, beni de tepesine; okudu da okudu. Her taraf kitap oldu sonra. Ama ne okuma! İnsan bu kadar okur mu ya! Yoksa sırf kendisini oyalamak için okur gibi mi yapıyor diye aklıma fesatlık gelmedi değil hani. Gün geçtikçe benim ayakucuma koyduğu kitapların sayısı arttı da arttı. Arkadaşları da kendisi gibi; ona kitap taşıyan taşıyana. Ama ne yapsın garibim hiç bir işini kendisi yapamıyor, sadece koltuk değnekleriyle tuvalete gidip gelebiliyor. Arada kaçamaklar yapmadı değil, doktor nasıl olsa görmüyor deyip mutfağa girip yemekler pişirdiği de oldu. İyi aşçıdır kendileri bilesiniz.

    Kıpır kıpır bir kadın, bir saniye oturmaz yerinde. Sürekli, aklı gibi bedeni de uçuşur durur etrafta. Bazen başımı döndürür hareketliliğiyle ama kızmaya kıyamam. Okumak için, yazmak için oturur sadece. Bir de en büyük keyfi, yavaş yavaş ortalık kararmaya başladığında, akşamın o dingin saatlerinde, pencerenin önüne çeker koltuğunu, etrafına da bir sürü mumlar yakar.

  • Sevdiği müzikleri çok kısık sesle açar, dinlerken kendinden geçer adeta. Bu anları ben de çok severim. Böylesi romantik ruhlu biri dünyaya gelmemiştir diye düşündürür beni. Hatta bazen daha da uçar, tütsüler yakar. Ne hoş kokular onlar öyle; nasıl yaşamaktan zevk almak bu böyle.

    Yaşama sanatı, şiir gibi yaşamak dedikleri bu olmalı herhalde. Dinlediği müziklerinden de hoşlanıyorum desem dalga geçiyorum sanacaksınız. İnanın değil, bana da haller oluyor onları dinlerken. Onu korkutmayacağımı bilsem usul usul sallanıp dans edeceğim. Artık şarkılarını da ezberledim ama içimden söylüyorum. Şarkı repertuarı çok zengin, hepsini aklımda tutamıyorum tabii, en çok sevdiklerini o kadar çok dinler ki ezberlememek için boş kafa olmam lazım. Ayten Alpman’dan, “Yanımda olsa, hiç konuşmasa, o yeterdi bana” şarkısını dinler. Defalarca dinler. Bıkmadan dinler. Aşık mı acaba, beklediği, unutamadığı biri mi var diye aklımdan geçmiyor değil…

    Akşamın indiği saatlerde kimse ona ilişmez. Kızı odasına çekilir, kedileri de her zamanki koltuk kanepe kapmaca seansından sonra yerlerine kurulurlar. Çünkü o saatler, onun “musica” saatidir. Müzik beni arındırıyor, diyor arkadaşlarına. O nasıl bir şey tam olarak anlamıyorum ama birazcık tahmin edebiliyorum.

    Gençten, güler yüzlü bir adam çıkageldi geçenlerde. Uzaklardan gelmiş, belliydi halinden. Kardeşiymiş. O da benim gibi baştan durumun ciddiyetini kavramadı. Sadece moral veririm belki diye gelmiş, birkaç gün kalıp gidecekmiş.

  • Ama durum o kadar basit değil herhalde, çünkü bu sabah arkadaşıyla telefonda konuşurken bizimkinin sesi titriyordu. Korkmuş belli. Hele ayağının kesilmesinden, yerine protez bacak takılmasından söz etmemişler mi!

    Yüreğim ağzıma geldi! "Olamaz!!" dedim.
    O da öyle dedi arkadaşına. Başladı içlene içlene ağlamaya. Elim ayağım boşandı. Elimden gelse arkasındandan sarılacağım sımsıkı, teselli edeceğim, yatıştıracağım korkularını.
    Yapamadım tabii.

    Onun böyle durumlarda sığındığı bir yol var, kendini okumaya kaptırmanın yanı sıra, durmadan yazıyor. Sanki zehrini boşaltır gibi yazıyor da yazıyor. Çok merak ediyorum yazdıklarını, nasıl dertleşiyor kendisiyle, nelere sığınıyor merak etmiyor değilim hani… Şeye benzetiyorum onun bu yöntemini, hani Antalya - Elmalı yöresinde “geyik hastanesi efsanesi” vardır ya, o sarp dağlarda yaşayan dağ keçileri, (yöre halkı onlara iriliklerinden dolayı geyik dermiş) gerek avcılar tarafından gerekse doğa koşulları sonucu yaralandıklarında dağların kovuklarına sokulur, kendilerini dilleriyle yalaya yalaya iyileştirir, tekrar güç bulduklarında yaşama geri dönerlermiş.

    Bunun yaptığı da sanki öyle…

  • Sürpriz üstüne sürpriz! Yahu sürpriz dediğin biraz da sevindirici olmalı değil mi ama! Bizim evde rotası şaştı sürprizin. Bu kez de, alçılı döndü hastaneden! Tam da dizine kadar. Ürkütücü, kaba, beyaz bir çizme! Doktor, “Pek umutlu değilim ama bunu bir buçuk ay bir deneyelim, bakarsın olumlu sonuç alırız, ya da tam tersi olur, zaman kaybetmiş oluruz, ama deneyelim,” demiş. Bizimki de inşallah tutar da ameliyattan yırtarım diyordu kardeşine. Hatta zamanla inandı bu dediğine, pek umut bağladı; anladım ben yüzündeki ifadeden…

    Dedim ya, terslikler sarmaşıklar gibi sarmıştı evimizi, ters gidecek artık her şey. Tam da yolu yarıladık, az zaman kaldı diye umutlanırken yine ağrılar başlamaz mı!

    Doktor, “Hemen gelsin, açmamız gerek alçıyı,” demiş. İşte ondan sonra olanlar oldu, ameliyat geldi dayandı kapıya.
    Pazartesi sabahı bir hanım arkadaşı arabasıyla gelip aldı onu hastaneye yatırmak için.

    O gidince evin neşesi kaçtı. Gelen giden trafiği yetmiyor gibi bir de telefonlar yağdı gece gündüz. Ne çok seveni varmış dedi kardeşinin eşi. Ha, -söylemeyi unuttum- bu arada kardeşinin eşi de geldi ameliyat meselesini duyunca. Hastaneden dönene kadar temizlik yapar, yatağını hazır ederiz diye düşünmüşler. Ne hazırlıklar yaptılar öyle, görmeliydiniz. Hallaç pamuğu gibi attılar her yanı. Steril, tertemiz olmalıymış ameliyattan sonra her yer, her şey... Ona alt katı hazırlayacaklarmış, oradaki oda daha geniş, daha aydınlık diye. Bakarsın çok uzun zaman yatakta yatması gerekebilir, sıkılmasın, hem de pencereden geleni geçeni seyretsin diye. Onun odasına da kardeşiyle eşi yerleşecekmiş bir süreliğine.Bir bu eksikti!..

  • Önce benden başladılar işe. Yenge hanım fişimi çekti, kablolarımı sürüye sürüye doğru kızın odasına…

    Heey! Neler oluyor, neden odadaki eşyaların yerini değiştiriyorsunuz! Beni neden atıyorsunuz bu odadan! Onu burada bekleyeceğim. Götürmeyin beni. Laftan anlamaz şeyler. İnşallah geldiğinde yokluğumu fark eder de hemen yanına alır beni. Çünkü ona olanları çok merak ediyorum. Ona arkadaş olmak istiyorum, yine onun ışığı olmak istiyorum… Ağrıları olduğunda ona mırıl mırıl o sevdiğimiz şarkıları söylemek istiyorum. O duyar beni. Hisseder...

    Dinleyen kim? Soluğu kızın odasında aldım. Bu yeni odamı sevmedim. Kız beni boşu boşuna yakıyor ve açık unutuyor sürekli. Bu kızın tutumluluktan, enerji tasarrufundan haberi yok belli. Ayrıca itiraf etmeliyim biraz gıcık oluyorum ona. Neden mi gıcığım? Neden olacak, çok tembel. Odası da darmadağın, içim daralıyor bu karışıklıktan. Annesi sık sık ona “Odanı topla canım, düzenli olursan sana daha çok zaman kalır, hem rahat edersin,” der dururdu. Haklıymış. Bu kadar dağınıklık olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu.

    Kediler de pek uğramıyor artık bu odaya, aşağıda annelerinin kokularına alışıklar sanırım, sürekli oradalar. Onları göremiyorum o günden beri ve koltuklarda, kanepelerde uyuyuşlarının bana da yaydığı huzuru özlüyorum.

    O günden beri, sağlıkla, acısız, ağrısız evimize dönsün yine diye pencereden görünen bulutlara, ağaca, onun tepesinde cıvıldaşan kuşlara, sabah erkenden cama konup guruldayan güvercinlere, şamatacı kargalara, sabahın ilk buğulu ışığında ortalığı beyaza kesen martılara rica ediyorum, lütfen diyorum aya, güneşe, yıldızlara söyleyin, bütün evrene haykırın, şifa dileyin onun için…

    Siz de dileyin sevgili çocuklar. Onun gelişini, neler olup bittiğini sizlerle paylaşacağım. Tabii eğer merak ediyorsanız?...

    Şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalın…